Ilk Türk Devletlerinde Sanat
Bozkırlının nazarında sabit olan şeyin faydası yoktur. O, her an harekete hazır olmalı, kolayca yer değiş-tirebilmelidir. Bu yüzden eski Türkler mesken olarak süratle kurulup toplanan ve nakledilebilen çadırı seçmiştir. Bu seyyar evini Gök Tanrı'nın gölgesinde arzu ettiği yere diker. Pek sevdiği atını, onun eyer takımlarını altın ve gümüşle süsler. Şahsi ziynet eşyasının da yükte hafif, pahada ağır olmasına özen gösterir. Bu nedenle, Türk sanatının ilk devresinin ürünleri büyük binalar ve eserler değil, altın işlemeli kılıçlar, altın ve gümüş kemer tokaları, küpeler, ok mahfazaları, altın-tunç heykelcikler ve diğer mücevherat vb.dir. Prof. Dr. İbrahim KAFESOĞLU, Türkler ve Medeniyet, s, 39-40 (özetlenmiştir.)
Tarihin en köklü milletlerinden biri olan Türklerin yaşadığı Orta Asya, MÖ 4500'lere kadar uzanan çeşitli kültürleri de bünyesinde barındırmıştır. Anav, Andronova, Karasuk ve Tagar kültürleri ile MÖ 3000'lere kadar uzanan ve en eski Türk kültürü kabul edilen Afanesyova da burada yer almaktadır. Bu kültür bölgelerinde tuğladan evlere, topraktan ve çeşitli madenlerden yapılmış süs ve ev eşyalarına, dokumalara rastlanılması gelişmiş bir kültürün varlığını ortaya koymuştur.
Orta Asya Türk sanatının temeli ilk Türk devletlerinde görülen atlı göçebe kültürüne dayanmaktadır. Konar-göçer bir yaşam tarzını benimseyen Hunlarda ve Köktürklerde taşınabilir sanat eserleri öne çıkarken yerleşik hayata geçen Uygurlarda farklı esertipleri görülmüştür.
Orta Asya'da yerleşik kültürlerle yanyana yaşayan Türkler sabit ev kültü¬ründen haberdar olmalarına rağmen konar-göçer yaşam tarzından dolayı çadırda yaşamayı tercih etmişler, bu da çadır sanatının gelişmesine neden olmuştur. Yurt adı verilen ve keçeden yapılan çadırlar alçak kubbeli olup iç çatısı ağaç iskeletlidir. Tepelerinde havalandırmayı sağlayan bir delik bulun¬maktadır.
Çadır geleneği değişik yönlerden Türk kültürü üzerinde günümüze kadar etkisini sürdürmüştür. Bu etkilerden biri de dinî mimari eserlerinde kendisini göstermiştir. Türkler ölüyü çadıra koyup yas töreni düzenler; daha sonra ölünün mezarı üzerine kerpiçten, taş ve ağaçtan kulübe yaparlardı. Bu düşünceler doğrultusunda gelişen ve en eski mezar tipi olan kurganlar bir tümülüsü andırmış, sonraki dönemlerde de anıt mezar mimarisini etkilemiştir.
Çadır geleneği, mimarinin yanında süsleme sa-natını da etkilemiştir. Orta Asya'da Türklerin kullan-dıkları özellikle kağan çadırlarının süsleme bakımından daha zengin ve daha büyük olduğu bilinmektedir. Otağlar renk renk kıymetli kumaşlar ve ipeklilerle süslenmiştir. Kumaş, keçe ve çadır üzerine aplike tekniği ile yapılmış süslemeler hâkimdir. Süslemelerde genellikle; kaplanla dağ keçisinin, grifonla geyiğin ya da bu tür hayvanların mücadelelerini konu edinen betimlemeler vardır.
KURGAN:Türkler ölümden sonraki yaşama ait dinî inanışları sebebiyle "kurgan" adı verilen mezarlar yapmışlardır. Özellikle Hunlarda rastlanılan kur¬ganlar, açılan çukurlar içerisine zemin ve tavanı karaçam ağaçlarından oluşan bir mezar oda¬sından ibarettir. Bu odanın tamamı keçe yay¬gılarla örtülür, mumyalanmış ceset başı doğuya gelecek şekilde buraya yatırılırdı. Mezar odasına ölen kişinin eşyaları ve bazı hediyelerle, atı da yakınına kuyruğu kesilmiş veya düğümlenmiş bir şekilde gömülürdü. Hunlardaki cesetlerin mum-yalanarak gömülmesi geleneği Anadolu'da bazı İlhanlı ve Selçuklu kümbetlerinde de uygulanmıştır. Türk Dünyası Kültür Atlası, s. 54 (özetlenmiştir.)
Köktürkler Döneminde anıt mezar geleneği bazı değişikliklerle devam etmiştir. Anıt mezarlar dikdörtgen bir alan içinde, tören yolu ve bu yol üzerinde ölen kişinin yaptıklarından ve devletin durumundan söz eden kitabeler, çeşitli heykeller ve ortada bir sunaktan oluşur. Bu anıtların en ünlüleri Orhun Irmağı kıyılarında bulunan Tonyukuk, Kültigin ve Bilge Kağan anıtmezarlarıdır.
Yerleşik yaşamı benimseyen Uygurlar anıt mezarları, çadırdan esinlenerek kubbeli yapmışlardır. Kara-hohoça yakınlarındaki kubbeli anıt mezarları bu döneme ait ilk örneklerdir. Ayrıca "Stupa" denen kubbeli tapınaklarda duvar ile kubbe arasındaki bağlantıyı sağlamak için üçgenler kullanılmıştır. Daha sonraları Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde kullanılan bu üçgenler "Türk üçgeni" olarak adlandırılmıştır.
Uygurlar mimari alanda önceki dönemlere göre büyük gelişme kaydetmiş, birçok kent kurup etrafını surlarla çevirmişlerdir. Evler, saraylar, dinin etkisiyle yapılan manastır ve tapınaklar Uygur kent mimarisinin önemli öğeleridir.
Hunlar ve Köktürklerce bilinen kerpiç ve tuğladan yapılmış toprak damlı ev mimarisi Uygurlarda gelişme göstermiştir. Bu evler yarım metre yüksek bir tuğla duvar üzerine inşa edilir, genellikle tek katlı avlulu, dikdörtgen planlı olup evlerin pencereleri ilk zamanlar yuvarlak ve kemerlidir. Çatıları ise kiremitle örtülüdür. Uygur evleri plan açısından Anadolu'daki Türk evleri ile ortak özellikler göstermektedir.Bu dönemde yapılan manastır ve tapınaklar, mekân tasarımı ve avlu etrafındaki oda dizileri Türk-İslam devletlerindeki medreselere örnek olmuştur.
Köktürkler Döneminde heykel sanatı önemli gelişme göstermiştir. Heykellerdeki yüz ve saç biçimi ile giyim tarzının gerçeğe yakın bir şekilde yontulması dikkat çekicidir. Ayrıca öldürülen düşmanları temsil eden balballar da diğer heykel örnekleri arasında yer almaktadır. "Bengütaş, baba taş, kadın taş" gibi adlarla da anılan balballar, mezar taşı olarak günümüze yansımıştır, özellikle Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkleri bu geleneği yaşatmışlardır. Yakın zamana kadar Tunceli ve Muş yöresinde koç biçimli mezar taşları yapılmıştır.
Uygurlar Döneminde heykel sanatındaki gelişme devam etmiş; işlenmesi kolay alçı, toprak, ahşap, taş ve madenden eserler yapılmıştır. Heykeller balbal donukluğundan kurtularak hareketlendirilmiş, gerçek anlamda heykel sanatının doğuşu başlamıştır. At başı heykelinin kalıp döküm tekniğiyle yapılması bu ve benzeri heykellerin geniş bir kullanım alanı olduğunu ve aynı örnekten çok sayıda yapıldığını göstermektedir. Bu dönemde heykel sanatının gelişmesinde dinî inançlar da etkili olmuştur.
Türkler; demircilik, dokumacılık, dericilik, maden ve ahşap işçiliği gibi el sanatları ile uğraşmışlardır, yaptıkları eserleri çeşitli hayvan ve hayvan mücadele sahnelerini gösteren motiflerle süslemişlerdir. Türk sanatındaki bu süslemeye "hayvan üslubu "denmektedir. Türklerin yaşam tarzından kaynaklanan ve Hunlar Döneminde başlayıp tüm Orta Asya'da yaygın olarak kullanılan bu üslup, İslamiyet'ten sonraki dönemde özellikle taş süslemelerde sıkça kullanılmıştır.
Türk maden sanatının ilk örnekleri altın, gümüş, demir ve bronz gibi madenlerden elde edilmiştir. Türkler ham demirden çelik elde ederek kılıç, kalkan, mızrak, ok uçları vb. eşyalar yapmışlardır.
Ahşap işçiliğine önem veren Türkler, ihtiyaçlarına göre sandalye, masa, dolap, karyola gibi ev eşyaları, mutfak takımları, göçlerde kullanılan araba ile at koşum takımlarını da ustalıkla yapmışlardır.
Türklerde yaşam tarzına bağlı olarak hayvancılık Türk sanatını da etkilemiştir. Hayvan ürünlerinin değerlendirilmesiyle ortaya çıkan dokumacılık önemli el sanatlarından biri olmuştur. Yünün kolayca işlenmesinden elde edilen keçe; çadır, giysi vb. yapımında kullanılmıştır. Dokumacılığın bir dalı olan halıcılık da ilk dönemlerden itibaren Türklerde önem arzeden bir sanat dalı olmuştur. Pazırık Kurganı ve Doğu Türkistan mezarlarında (MS lll-IV. yüzyıl) bulunan Türk düğümlü halı parçaları Türklerde bu sanatın ilk dönemlerden itibaren yaygın olduğunu göstermektedir.
Tarihin en köklü milletlerinden biri olan Türklerin yaşadığı Orta Asya, MÖ 4500'lere kadar uzanan çeşitli kültürleri de bünyesinde barındırmıştır. Anav, Andronova, Karasuk ve Tagar kültürleri ile MÖ 3000'lere kadar uzanan ve en eski Türk kültürü kabul edilen Afanesyova da burada yer almaktadır. Bu kültür bölgelerinde tuğladan evlere, topraktan ve çeşitli madenlerden yapılmış süs ve ev eşyalarına, dokumalara rastlanılması gelişmiş bir kültürün varlığını ortaya koymuştur.
Orta Asya Türk sanatının temeli ilk Türk devletlerinde görülen atlı göçebe kültürüne dayanmaktadır. Konar-göçer bir yaşam tarzını benimseyen Hunlarda ve Köktürklerde taşınabilir sanat eserleri öne çıkarken yerleşik hayata geçen Uygurlarda farklı esertipleri görülmüştür.
Orta Asya'da yerleşik kültürlerle yanyana yaşayan Türkler sabit ev kültü¬ründen haberdar olmalarına rağmen konar-göçer yaşam tarzından dolayı çadırda yaşamayı tercih etmişler, bu da çadır sanatının gelişmesine neden olmuştur. Yurt adı verilen ve keçeden yapılan çadırlar alçak kubbeli olup iç çatısı ağaç iskeletlidir. Tepelerinde havalandırmayı sağlayan bir delik bulun¬maktadır.
Çadır geleneği değişik yönlerden Türk kültürü üzerinde günümüze kadar etkisini sürdürmüştür. Bu etkilerden biri de dinî mimari eserlerinde kendisini göstermiştir. Türkler ölüyü çadıra koyup yas töreni düzenler; daha sonra ölünün mezarı üzerine kerpiçten, taş ve ağaçtan kulübe yaparlardı. Bu düşünceler doğrultusunda gelişen ve en eski mezar tipi olan kurganlar bir tümülüsü andırmış, sonraki dönemlerde de anıt mezar mimarisini etkilemiştir.
Çadır geleneği, mimarinin yanında süsleme sa-natını da etkilemiştir. Orta Asya'da Türklerin kullan-dıkları özellikle kağan çadırlarının süsleme bakımından daha zengin ve daha büyük olduğu bilinmektedir. Otağlar renk renk kıymetli kumaşlar ve ipeklilerle süslenmiştir. Kumaş, keçe ve çadır üzerine aplike tekniği ile yapılmış süslemeler hâkimdir. Süslemelerde genellikle; kaplanla dağ keçisinin, grifonla geyiğin ya da bu tür hayvanların mücadelelerini konu edinen betimlemeler vardır.
KURGAN:Türkler ölümden sonraki yaşama ait dinî inanışları sebebiyle "kurgan" adı verilen mezarlar yapmışlardır. Özellikle Hunlarda rastlanılan kur¬ganlar, açılan çukurlar içerisine zemin ve tavanı karaçam ağaçlarından oluşan bir mezar oda¬sından ibarettir. Bu odanın tamamı keçe yay¬gılarla örtülür, mumyalanmış ceset başı doğuya gelecek şekilde buraya yatırılırdı. Mezar odasına ölen kişinin eşyaları ve bazı hediyelerle, atı da yakınına kuyruğu kesilmiş veya düğümlenmiş bir şekilde gömülürdü. Hunlardaki cesetlerin mum-yalanarak gömülmesi geleneği Anadolu'da bazı İlhanlı ve Selçuklu kümbetlerinde de uygulanmıştır. Türk Dünyası Kültür Atlası, s. 54 (özetlenmiştir.)
Köktürkler Döneminde anıt mezar geleneği bazı değişikliklerle devam etmiştir. Anıt mezarlar dikdörtgen bir alan içinde, tören yolu ve bu yol üzerinde ölen kişinin yaptıklarından ve devletin durumundan söz eden kitabeler, çeşitli heykeller ve ortada bir sunaktan oluşur. Bu anıtların en ünlüleri Orhun Irmağı kıyılarında bulunan Tonyukuk, Kültigin ve Bilge Kağan anıtmezarlarıdır.
Yerleşik yaşamı benimseyen Uygurlar anıt mezarları, çadırdan esinlenerek kubbeli yapmışlardır. Kara-hohoça yakınlarındaki kubbeli anıt mezarları bu döneme ait ilk örneklerdir. Ayrıca "Stupa" denen kubbeli tapınaklarda duvar ile kubbe arasındaki bağlantıyı sağlamak için üçgenler kullanılmıştır. Daha sonraları Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde kullanılan bu üçgenler "Türk üçgeni" olarak adlandırılmıştır.
Uygurlar mimari alanda önceki dönemlere göre büyük gelişme kaydetmiş, birçok kent kurup etrafını surlarla çevirmişlerdir. Evler, saraylar, dinin etkisiyle yapılan manastır ve tapınaklar Uygur kent mimarisinin önemli öğeleridir.
Hunlar ve Köktürklerce bilinen kerpiç ve tuğladan yapılmış toprak damlı ev mimarisi Uygurlarda gelişme göstermiştir. Bu evler yarım metre yüksek bir tuğla duvar üzerine inşa edilir, genellikle tek katlı avlulu, dikdörtgen planlı olup evlerin pencereleri ilk zamanlar yuvarlak ve kemerlidir. Çatıları ise kiremitle örtülüdür. Uygur evleri plan açısından Anadolu'daki Türk evleri ile ortak özellikler göstermektedir.Bu dönemde yapılan manastır ve tapınaklar, mekân tasarımı ve avlu etrafındaki oda dizileri Türk-İslam devletlerindeki medreselere örnek olmuştur.
Köktürkler Döneminde heykel sanatı önemli gelişme göstermiştir. Heykellerdeki yüz ve saç biçimi ile giyim tarzının gerçeğe yakın bir şekilde yontulması dikkat çekicidir. Ayrıca öldürülen düşmanları temsil eden balballar da diğer heykel örnekleri arasında yer almaktadır. "Bengütaş, baba taş, kadın taş" gibi adlarla da anılan balballar, mezar taşı olarak günümüze yansımıştır, özellikle Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkleri bu geleneği yaşatmışlardır. Yakın zamana kadar Tunceli ve Muş yöresinde koç biçimli mezar taşları yapılmıştır.
Uygurlar Döneminde heykel sanatındaki gelişme devam etmiş; işlenmesi kolay alçı, toprak, ahşap, taş ve madenden eserler yapılmıştır. Heykeller balbal donukluğundan kurtularak hareketlendirilmiş, gerçek anlamda heykel sanatının doğuşu başlamıştır. At başı heykelinin kalıp döküm tekniğiyle yapılması bu ve benzeri heykellerin geniş bir kullanım alanı olduğunu ve aynı örnekten çok sayıda yapıldığını göstermektedir. Bu dönemde heykel sanatının gelişmesinde dinî inançlar da etkili olmuştur.
Türkler; demircilik, dokumacılık, dericilik, maden ve ahşap işçiliği gibi el sanatları ile uğraşmışlardır, yaptıkları eserleri çeşitli hayvan ve hayvan mücadele sahnelerini gösteren motiflerle süslemişlerdir. Türk sanatındaki bu süslemeye "hayvan üslubu "denmektedir. Türklerin yaşam tarzından kaynaklanan ve Hunlar Döneminde başlayıp tüm Orta Asya'da yaygın olarak kullanılan bu üslup, İslamiyet'ten sonraki dönemde özellikle taş süslemelerde sıkça kullanılmıştır.
Türk maden sanatının ilk örnekleri altın, gümüş, demir ve bronz gibi madenlerden elde edilmiştir. Türkler ham demirden çelik elde ederek kılıç, kalkan, mızrak, ok uçları vb. eşyalar yapmışlardır.
Ahşap işçiliğine önem veren Türkler, ihtiyaçlarına göre sandalye, masa, dolap, karyola gibi ev eşyaları, mutfak takımları, göçlerde kullanılan araba ile at koşum takımlarını da ustalıkla yapmışlardır.
Türklerde yaşam tarzına bağlı olarak hayvancılık Türk sanatını da etkilemiştir. Hayvan ürünlerinin değerlendirilmesiyle ortaya çıkan dokumacılık önemli el sanatlarından biri olmuştur. Yünün kolayca işlenmesinden elde edilen keçe; çadır, giysi vb. yapımında kullanılmıştır. Dokumacılığın bir dalı olan halıcılık da ilk dönemlerden itibaren Türklerde önem arzeden bir sanat dalı olmuştur. Pazırık Kurganı ve Doğu Türkistan mezarlarında (MS lll-IV. yüzyıl) bulunan Türk düğümlü halı parçaları Türklerde bu sanatın ilk dönemlerden itibaren yaygın olduğunu göstermektedir.